Son dönemde Türkiye’de kadına yönelik şiddet olayları ne yazık ki artış göstermeye devam ediyor. Bu tür trajik olaylar, toplumda büyük bir infial yaratırken, yetkililerin bu konuda ne denli yetersiz kaldığını da gözler önüne seriyor. Son olay, Ankara'nın bir semtinde yaşandı ve bir genç kadın daha hayatını kaybetti. 27 yaşındaki Sinem, eski erkek arkadaşı tarafından katledildi. Asıl dikkat çeken nokta ise, katil zanlısının, Sinem’in evine ulaşmak için balkondan tırmanması oldu. Çağrıda bulunduğu uzaklaştırma kararının ne denli yetersiz kaldığını bir kez daha göstermiş oldu.
Sinem'in ailesi, yaşanan bu acı olay sonrası basına yaptıkları açıklamada, uzaklaştırma kararının alınmasına rağmen neden bir güvenlik önlemi sağlanmadığını sorguladılar. Uzaklaştırma kararları, yasalar gereği, şiddete maruz kalan kadınların korunmasını hedeflerken, bu tür olayların artması, mevzuatın gerekliliğini ve işleyişini sorgulatıyor. Resmi verilere göre, Türkiye’de her yıl on binlerce kadın, yakınlarından şiddet gördüğü için uzaklaştırma kararı almakta; fakat bu kararların uygulanması ve etkinliği, birçok durumda tartışma konusu olmaktadır.
Olayın gerçekleştiği gün, Sinem, eski partneri tarafından tehdit edilmiş ve ardından uzaklaştırma kararı alınmıştı. Ancak, bu tür kararların uygulanabilirliği, güvenlik güçlerinin durumu ne kadar ciddiye aldığı ile doğru orantılıdır. Kadınların, mahkemeden aldığı bu koruma kararları ne yazık ki her zaman yeterli olamamakta ve caydırıcı etkisi oldukça sınırlı kalmaktadır. Sinem’in yaşadığı trajedi, bu durumun en acı örneklerinden biridir.
Türkiye'de hala güçlü olan ataerkil yapılar, kadına yönelik şiddeti tetikleyen en önemli faktörler arasında yer alıyor. Sinem’in cinayeti, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve buna dair hukuki önlemlerin yetersizliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Dünya genelinde kadına şiddet olaylarını önlemek ve cinsiyet eşitliğini sağlamak amacıyla çeşitli uluslararası sözleşmelere imza atan Türkiye, bu taahhütleri ne ölçüde yerine getiriyor, bu da ayrı bir tartışma konusu.
Bu tür olaylar, sadece olayın mağduru olan kadın için değil, toplumda da büyük bir kaygı yaratmaktadır. Kadınlar, dışarıda yazarak, durarak ya da yalnız başlarına yürüyerek kendilerini korumasız hissediyorlar. Sinem’in vb. trajik durumları, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için hukuki bozulan yapıların gözden geçirilmesi gerektiğini gösteriyor. Uzaklaştırma kararlarına güvenin yeniden tesis edilmesi, bunun için şarttır.
Olayın ardından Sinem’in ailesi, tükenmişlik ve acı içinde, adaletin bir an önce tecelli etmesi için yetkililere çağrıda bulundu. Yaşanan travmanın üstesinden gelmek kolay olmasa da, bu tür olayların en azından bir daha yaşanmaması adına toplumun her kesiminin harekete geçmesi gerekiyor. Sinem'in hayatını kaybettiği bu trajik olay, Türkiye'de kadına yönelik şiddetin önlenmesi için acilen harekete geçilmesi gerektiğinin altını çizmektedir.
Son olarak, bu olayların sorumluluğu sadece faillerde değil, aynı zamanda bu tür olayların önlenmesinde etkisiz kalan sistemde de yatmaktadır. Herkesin eşit haklara sahip olduğu bu çağda, kadına yönelik şiddetin durdurulması için erkeklerin de öncelikle eğitilmesi ve toplumda bu konudaki bilincin artırılması elzemdir. Uzaklaştırma kararlarının daha etkin hale getirilmesi için hukukun işlerliğini artırarak, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamalı, her bireyin güvende olduğu bir toplum oluşturmalıyız.